Yaratılış 14:14

Avram yeğeninin esir düştüğünü duyduğunda, evinde doğmuş olan 318 savaşçıyı çağırdı ve [işgalcileri] Dan’a kadar takip etti.

Avram, yeğeninin esir düştüğüne dair felaket haberini öğrendi. Avram, ev halkındaki tüm adamları yani toplam 318 adamı topladı. Savaş için onlara liderlik yaparak, cesaret verdi ve onları iyice silahlandırdı.

Avram’ın adamları öfkelendi ve şöyle dediler, “Savaşacağımız dört kral, diğer beş kralı henüz mağlup etti. Onlara savaş açarak hayatlarımızı tehlikeye atmak istemiyoruz. Onlar ile karşılaşmak için gerekli kuvveti nereden bulacağız?”

Avram inanç eksikleri nedeniyle onları azarladı, onlara bu savaşın ve Tanrı’nın isminin kutsanmasının zorunluluğunu açıkladı. Onları iyice silahlandırdı, onlara çok miktarda para ile birlikte değerli taşlar da verdi. Yine de savaş için hiç hevesli değillerdi. Avram bir kez daha onlara seslendi ve şöyle dedi, “Aranızda cesareti olmayan, savaşa gitmekten korkan var mı? Hemen eve dönsün.”23

Bir askeri birlik içerisinde, bir kişi bile savaşa gitmekten korkarsa, bu büyük zarara neden olabilir. Bir kişi bile tüm askeri birliğin cesaretini yitirmesine neden olabilir. Savaşın ortasında bir kişi dönüp kaçsa, tüm idarenin kaçmasına neden olabilir. Bu nedenle Tora’da, savaşa girmeden önce liderlerin söylediği şu Yahudi geleneğini buluruz: “Korkan ve yılgın kalpli kim varsa gidip evine dönsün ki kendi yüreksizliğiyle kardeşlerinin cesaretini de kırmasın” (Yasa’nın Tekrarı 20:8). Bir kişi bile paniğe kapılsa, tüm bölüğün paniğe kapılmasına sebep olabilir.

Avram benzer bir konuşma yaptı ve aynı zamanda adamlarını cesaretlendirdi. Yine de, 318 adamının birçoğu önerisini kabul etti ve eve döndü. Sadece birkaç kişi Avram ile kaldı; bunlardan biri hizmetkarı Eliezer’di.24

Savaşın nasıl gittiğine dair bazı fikirlerimiz vardır. Avram, Hevron’daydı, dört kral ise bugünkü Suriye’deydi. Yol normalde on günlük mesafedeyken, Avram onlara bir gün içinde ulaştı.25

O zamanda, Avram’ın yıldızı Jüpiter egemendi ve bu ona başarı için ilave güç veriyordu.26

Savaşa başladıklarında Hayırseverlik, Tanrı’nın huzurunda yakınmaya başlayarak şöyle dedi, “Eğer Avram dünyada olmasaydı, kim gerçekten hayır yapacaktı?”27

Açıktır ki, bunu sözün düz anlamı ile anlamak mümkün değildir. Hayırseverlik canlı bir varlık değildir ki konuşup kendini ifade edebilsin. Ama, ne zaman bir kişi iyi bir davranışta bulunsa, bu eylemden bir melek yaratılır.28 Avram, hayırseverlik davranışlarında sıra dışı olduğu için, onun yardımseverliğinden yaratılmış olan melek de sıra dışı güce sahipti. Bu melek, Avram’ın böyle büyük ve güçlü bir orduya karşı savaşa girdiğini görünce, bu melek Avram’ı koruması ve düşmanlarına karşı ona güç vermesi için Tanrı’ya yakardı.

Tanrı, Avram’a olağanüstü güçler verdi. Hevron’dan Suriye’ye on günlük yolculuk Avram için bir kişinin evinden sokağa çıkması kadar kolaydı. Tanrı ayrıca Avram’a savaş için özel bir toz verdi. Savaşa gittiklerinde ne kendisi ne de adamları kılıca veya başka bir silaha ihtiyaç duymadı. Bu özel tozdan biraz alıp samanla karıştırıp düşmanlarının üzerlerine attılar. Bu toz kılıç kadar etkili, samanlar ok gibiydi, düşmana yağmur gibi yağıyordu.

Talmud, Gamzu adamı, Nahum adında büyük bir bilginden bahseder. Ona bu ilginç ismin verilmesinin nedeni, ona gelen her türlü sıkıntıyı şikayet etmeden kabul etmesidir. Ne zaman başına bir iş gelse, “Bu da iyidir” (Gam zu letovah) derdi. Her şey Tanrı tarafından yönetildiği için, görünüşte kötü bile olsa, her şeyin iyi olması gerekir.

Bir keresinde, Yahudiler krala hediye göndermek istedi. Hediyeyi ona sunacak olan kişiyi belirlemek için liderler bir araya geldiler. Bir aziz olan ve onun için sürekli mucizeler gerçekleşen Gamzu adamı Nahum’dan daha uygun biri olamayacağına oy birliği ile karar verdiler. Ona bir sandık dolusu değerli taş ve inci dolu bir sandık vererek onu uğurladılar.

Yolda, geceyi belirli bir yerde geçirdi. İnsanlar ona sandıkta ne taşıdığını sordular. Onlara krala verilmek üzere hediye taşıdığını söyledi. Gece yarısında bir grup adam geldi, sandığı boşalttı, yerine kum doldurdu ve sandığı eskisi gibi mühürledi. Elbette, Nahum bundan tümüyle habersiz biçimde sabah yoluna devam edip, sandığı krala getirdi.

Sandık ile birlikte Yahudi önderlerinden bir mektup da getirmişti. Mektupta, “Yahudi önderlerinden gelen bu hediyeyi kabul etmenizi umuyoruz. Bu hediyenin değeri, size ne kadar saygı duyduğumuzu göstermektedir” yazıyordu. Ancak mektupta, sandığın içerisinde değerli taşlar bulunduğu yazmıyordu.

Kral sandığı açınca içini kumla dolu buldu. Kral çok öfkelendi. Öfkeyle, “Yahudiler benimle dalga mı geçiyor? Bu hediye bana ne kadar saygı duyduklarını mı gösteriyor?” Bununla birlikte kral, bu hediyeyi getirenin idama mahkum edilmesini emretti.

Nahum, idam edilmeye götürülürken şöyle dedi, “Bu da iyidir.” Peygamber Eliyahu gelip, saray mensuplarından biri gibi kılık değiştirerek krala, “Bu adama zarar vermeden önce durumu iyi tartın. Size bu şekilde hakaret etmeleri için Yahudilerin çok aptal olması gerekir. Belki de bu kum, değerli taşlardan daha değerlidir. Hatta Nimrod’a karşı savaştığında, Avram’ın kılıçlar ve oklar kadar etkili özel bir toza sahip olduğunu duymuştum. Belki de bu “kum” böyle bir tozdur. Böylece, bu en üst düzey silah sizin için herhangi bir mücevherden çok daha değerli olacaktır.”

Kral, bu konuşmadan çok etkilendi ve bu tozu denemeye karar verdi. Uzun süredir savaş içerisinde olduğu fakat şehrin savaşçılarının çok güçlü olması nedeniyle bir ilerleme kaydedemediği bir şehir vardı. Bu tozu kullanarak, tüm ordularını yenilgiye uğrattı. Bunu görünce kral, Nahum’u serbest bıraktı, sandığın gümüş ve altınla doldurulmasını emretti ve kraliyet refakatçileri ile birlikte evine gönderdi.

Nahum, evine dönerken giderken kalmış olduğu aynı yerde kaldı. İnsanlar olup biteni gördüklerinde hayretler içinde kaldılar, bu kadar onurladırılması için krala hangi hediyeyi verdiklerini sordular. Onlara tüm hikayeyi anlattı, değerli taşlar yerine konan kumu hediye etmesi karşılığında kralın kendisini onurlandırdığını aktardı. İnsanlar onu taklit edebileceklerini düşünüp, onlar da krala kum hediye getirdiler. Getirdikleri kum sıradan kum olduğu için, kral kendisiyle dalga geçtiklerini düşünerek tümünün öldürülmesini emretti.29

[Avram’ın kullanarak dört kralı yenilgiye uğrattığı toz buydu.]

Tersine, bu krallar Avram’a ok ve mızrak attıklarında toza dönüşüyorlardı.

Tüm bunlar akla uygun biçimde anlaşılmalıdır. Bu, daha önce Noah Peraşası’nda yazmış olduğumuz gibi, kötü kişilerin Merhamet Niteliğini, Yargı Niteliğine dönüştürdükleridir. Yani, göklerden kötü kişilere iyilik gönderildiğinde, bu onlara zarar verir. Tam aksi erdemli kişiler için geçerlidir. Göklerden kötülük gönderildiğinde, bu iyiliğe dönüştürülür. Bunun nedeni, herkesin davranışlarına göre karşılığının verilmesidir.

Aynısı Avram için de geçerliydi. Erdemli bir aziz olduğu için, ona oklar ya da mızraklar atılsa da hiç zarar görmüyordu. Silahları Avram’a kumdan daha fazlası gibi gelmiyordu. Nimrod ve Kedorlaomer, öte yandan, kötü kişilerdi. Onlara atmış olduğu az miktar kumla, Avram onları öldürebildi.

Başka biri belki de birincisinden daha iyi bir açıklama yapabilir. Bu tozun etkisi tamamen psikolojik olabilir. Tanrı, dört kral ve ordularının panik ve korkuya kapılmalarını sağlamış, bu da onların düşüşü ile sonuçlanmış olabilir.

Maimonides

Bu kavram aşağıdaki kısa hikaye ile örneklendirilebilir:

Rabbi Moses Maimonides (Rambam; 1135-1204) [Mısır ve Suriye’nin sultanı Selahaddin Eyyubi’nin]

kraliyet hekimiydi. Sultan ile arasının iyi olması, baş hekimin çok kıskanmasına neden oldu. Baş hekim bir Araptı ve bir Yahudi’nin kraliyet görevlileri arasında olması düşüncesine katlanamıyordu.

Diğer hekim Sultan’a yakınarak, “Maimonides’i niçin bu kadar seviyorsunuz? Eğer büyük bir hekim olduğu içinse, onun yeteneklerini denemeye hazırım. Zehirli bir iksir hazırlayayım ve Sultan’ın huzurunda içsin. Eğer tıbbi yetenekleri kendisini ölümden kurtaracak kadar yeterliyse, bu onun benden daha iyi bir hekim olduğuna işaret edecektir. Ben de onun hazırladığı zehirli iksiri içeceğim. Eğer ben kendi tıbbi yeteneklerim ile hayatta kalırsam, benim ondan daha iyi bir hekim olduğumu göreceksiniz. Bu yetenek testi için kırk gün verilsin. Bu sürenin sonunda sağlıklı ve tam kalan, iki kişi içinde daha büyüktür.”

Sultan bu iddiayı duyunca, bunun adil bir test olduğunu düşündü. Maimonides ile dost olsa da, diğer hekimin iddialarının aksini gösteremedi ve Yahudi hekimi ölümcül tehlikeden koruyamadı. Anlaşılan o ki, Maimonides de bu teste katılmaya son derece istekliydi.

Testin şartları Sultan’ın huzurunda yazıldı ki, daha sonra soru olmasın. Eğer biri diğerinin iksiri ile ölürse, mirasçıları diğer kişiye karşı hiçbir dava açmayacaktı. Sonra Maimonides diğer hekime iksiri yapmasını söyledi ve onu içmeye hazırlandı.

Diğer hekim, bilinen tüm zehirleri karıştırarak bir iksir hazırladı. Maimonides kendi ilacını, her türlü zehirli maddeyi çıkarmasını sağlayan, bilinen zehirlere karşı panzehir hazırladı. Öğrencilerine kendisine bu panzehiri vermeleri için hazırlanmalarını ve kendisi ilacı içtikten sonra ne yapmaları gerektiğini söyledi.

Sonra Maimonides, Sultan’In huzuruna çıktı ve ölümcül iksiri içti. O kadar kuvvetliydi ki, yüzü siyaha döndü. Dili sarktı ve iç organlarındaki yanan ateş nedeniyle, tahta gibi kurudu. Öğrencileri onu hemen eve götürdü ve Maimonides’in kendisinin hazırlamış olduğu panzehiri ona verdi. Derhal zehiri kustu ve kısa süre içinde eskisi kadar sağlıklıydı.

Sonra Maimonides, biraz saf şeker ile birlikte kraliyet parfümcüsünün kullandığı birkaç çiçeğin uçucu yağını aldı. Bu zararsız karışımı sıkıca kapatılmış bir cam kaba koydu ve bu cam kabı kilitli sandığın içine koydu ve sandığı hava geçirmez ambalajlar ile sardı. Hapse gitti, ölüme mahkum edilmiş bir mahkumu aldı ve Sultan’a getirdi.

İnsanlar Maimonides’in sokakta hiçbir şey olmamış gibi dolaştığını görünce hayretler içinde kaldı. Bu kadar zehirli bir iksirin etkilerinden nasıl kurtulabilmişti? Diğer hekim bilhassa huzursuz olmuştu.

Maimonides, Sultan’a, “Anlaşmanın benimle ilgili kısmını yerine getirdim. Şimdi diğer hekim kendi kısmını yerine getirmeli. Onun için hazırlamış olduğum iksiri içmeli” dedi.

Orada bulunan herkes haklı olduğunu kabul etti. “Açık ki, Maimonides ile aynı teste maruz kalmalı” dediler. Maimonides biraz giysi alıp burnunu tıkadı. Sultan’a ve orada bulunan herkese aynı şeyi yapmalarını, şişenin açıldığı yerden uzağa çekilmelerini böylece son derece zehirli olan buharı tenefüs etmemelerini söyledi. Oradaki herkes gerekli hazırlıkları tamamladıktan sonra, mahkuma kutuyu ve cam şişenin mührünü açması buyuruldu. Mahkum, şiddetli kokuyu koklar koklamaz düşüp öldü.

Diğer hekim bunları görünce, paniğe kapıldı. Bu iksirin sadece buharını koklayan bir kişi ölüyorsa, onu biri içerse kesinlikle bir panzehiri olamazdı.

Sonra Maimonides, iksirden küçük bir kap alıp, Sultan’a içmesi için sundu. Sultan ona, “Diğer hekimin verdiği iksir sana fiziksel olarak zarar vermemiş olsa da, görünen o ki aklını yok etmiş. Bana bu zehirli iksiri içmemi teklif etme küstahlığını gösteriyorsun. Aklını yitirmiş olmalısın” dedi.

“Kesinlikle değil, majesteleri” diye Maimonides yanıtladı, “bu iksir tamamen zararsız. Bu sıvının ana bileşeni her gün içtiğiniz saf şeker. Sadece diğer hekimin ne kadar az bildiğini göstermek istedim. Bunu içerse ölümden nasıl kurtulacağını aklında canlandıramadı. Onun iksirinden kurtulduğum için, onun bana verdiğinden on kat daha zehirli bir iksir hazırlayacağımı düşündü. Ama bunların tümü hayal. Mahkumu öldüren de iksirimin kokusu değil, onun hayal gücüydü.”

Çok ikna edici biçimde konuşarak, Maimonides Sultan’ı kokulu sıvıyı içmeye ikna etti. İnsanlar, diğer hekimi zekası ile alt ettiğini öğrenince, herkes onu onu bir dahi ve bilgin olarak onurlandırdı.

Şimdi aynı şey Nimrod ve müttefiklerine oldu. Avram’a yaptıkları hiçbir şeyin etkisinin olmadığını gördüler. Silahları ona karşı tamamen yararsızdı. Bu nedenle, Avram’ın onlara tozu fırlattığını gördüklerinde, bunun çok zehirli bir madde olduğunu ve sadece buharının bile onları öldürebileceğini düşündüler. Tanrı’nın onların kalplerine yerleştirdiği paniğin sonucunda kaçtılar ve mahvoldular.

Avram’ın tozu öldürme gücüne sahip iken, Nimrod’un silahlarının toza dönüşmesinin bir nedeni şöyle açıklanabilir: Daha önce bahsedildiği gibi, İsrailoğulları toza benzetilir. Bu bölümden bir ders çıkarmalı ve tozun gücünü anlamalıyız ki yeryüzünün tozu gibi alçak gönüllü olalım. Sürgünde olduğumuz için, bu durum bugün özellikle doğrudur ve diğer uluslar ile ilişkilerimizde alçak gönüllü davranmalıyız.30

Talmud, Tanrı’nın Yahudi halkına şunu söylediğini öğretir, “Sizi seviyorum, çünkü; yüksek statüye sahip olmanıza rağmen, gurur göstermediniz.” Böylece, Avram muazzam statüye sahip olsa da, şöyle dedi, “Toz ve külden ibaretim”(Yaratılış 18:27). Moşe ve Aaron, “Biz neyiz” (Çıkış 16:7) diyerek kendilerini hiçbir şey görmediklerini gösterdiler. Kral David de, “Ben bir toprak kurduyum, insan değil” (Mezmurlar 22:7) dedi.

Dinsiz kişiler tamamen tersi biçimde davranırlar. Böylece Tanrı, Nimrod’u büyütüp onu büyük bir kral yaptığında, Nimrod Babil Kulesi’ni inşa etmeye devam etti, “Kendimize bir isim yapalım” (Yaratılış 11:4) dedi. [Tanrı, Moşe’yi İsraillileri Mısır’dan çıkarması için gönderdiğinde] Paro kibirle sordu, “Tanrı kim ki  O’nu dinleyeyim?” (Çıkış 5:2). Sanheriv de benzer biçimde “Ulusların ilahları ülkelerini Asur Kralı’nın elinden kurtarabildi mi?” dedi (2 Krallar 18:33). Babil kralı Nebukadnezar şöyle dedi, “Bulutların üstüne çıkacak, kendimi Yüce Olan gibi yapacağım” (Yeşaya 14:14). Sur kralı Hiram şöyle dedi, “Denizlerin bağrında Tanrı’nın tahtında oturuyorum” (Ezekiel 28:1). Pirinçten yedi gök yaptı, tahtını hepsinin üzerine yerleştirdi ve kendisini Tanrı sandı.31

Avram o kadar alçak gönüllüydü ki, “Toz ve külden ibaretim” dedi ve düşmanlarını azıcık toz ile mağlup etmeyi hak etti. Öte yandan gurur gösteren Nimrod, silahlarının toz kadar etkisiz hale geldiğini gördü ve yok edildi.

Tora bu olaydan bahsetmeye “Bu dönemdeydi – Amrafel” (Yaratılış 14:1) diyerek başlar. Daha önce belirtildiği gibi, Amrafel, Nimrod’dan başkası değildi. Tora’nın Nimrod’u Amrafel olarak adlandırmasının nedeni, Avram’a “Ateş fırınına düş” demiş olmasıydı. [Amrafel ismi (אַמְררָפֶל), “ ‘düş’ dedi” anlamındaki amar pol (אָמַר פּוֹל) ifadesi ile ilişkilidir.]32

[İbranice’de bu olayın başlangıç kelimeleri va-yehi biymey Amrafel (וַיְהִי בִִּימֵי אַמְְרָפֶל) kelime kelime “ve Amrafel’in günleriydi” olarak tercüme edilir. Nimrod, tüm büyüklüğünü elde ettikten sonra öldü. Bu nedenle bu bahis va-yehi (וַיְהִי) kelimesi ile başlar. “Kutsal Kitap’ta ne zaman bir bahis, “ve ..idi” anlamındaki va-yehi (וַיְהִי) kelimesi ile başlasa, Kutsal Kitap aksini açıkça ifade etmediği sürece bir trajediyi gösterir” diyen bir gelenek vardır. [va-yehi kelimesi, “keder” anlamındaki vay (וַי) kelimesine ses açısından benzerdir.] Tanrı şöyle dedi, “Yahudiliğe geçenleri severim. “Birçok ulusun babası olacak” (Yaratılış 17:5) olan Avram’ı öldürmeye gelen kişiye eyvahlar olsun. Eyvahlar olsun ona; sonunda öldürülecektir.”33

[Bu savaş, Avram’ın vaat edilmiş toprakları elde edişi için çok önemliydi.] Bu olay, şu kısa öykü ile açıklanabilir.

Bir keresinde iş için Kutsal Topraklar’ı terk etmesi gereken bir kişi vardı. Arkasında Tora çalışan oğlunu bıraktı. Öleceğini anlayınca, bir vasiyet yazdı ve şöyle dedi, “Tüm sahip olduklarımı bana tüm kalbi ve tüm ruhu ile sadakatla hizmet eden hizmetkarıma bırakıyorum. Ancak, oğlum isterse tek bir şeyi alabilir ve hizmetkarım bu seçime itiraz edemez.”

Adam ölünce, hizmetkarı tüm mallarını dikkatlice paketledi ve onları Kutsal Topraklar’a getirdi. Orada efendisinin oğlunu buldu ve ona vasiyeti gösterdi. Oğul, vasiyeti tavsiyesini almak üzere rabbisine getirdi. Dikkatlice üzerinde çalıştıktan sonra, rabbi şöyle dedi; “Baban çok zeki ve yasa konusunda çok bilgiliydi. Vasiyetine çok bilgece bir şart koymuş. Eğer tüm mallarını sana bıraksaydı, hizmetkarı malları ile ilgilenmeyecekti ve isteyen herkes mallarından dilediğini alabilecekti. Yabancı bir ülkede yaşadığı için, ölümünden sonra hizmetkarından başka kimsenin mallarını korumayacağını biliyordu ve bu nedenle her şeyi hizmetkarına bırakmış. Hepsinin kendisine ait olduğunu düşünerek, hizmetkar mallara iyi bakacak ve hiçbir şeyin kaybolmasına izin vermeyecekti.

“Vasiyetin uygulanacağı zaman, şunu söyle: “Babam, sahip oldukları içerisinde istediğim herhangi bir şeyi seçmeme izin verdi. İstediğim tek şey onun hizmetkarıdır.” Böylece, babanın sahip oldukları senin olacaktır. Eğer bir hizmetkar sana ait olursa, tüm sahip oldukları da sana ait olur. Tora yasasına göre, “Hizmetkarın sahip olduğu her şey, efendisine aittir.” Böylece her şeyi alacaksın.”

Aynısı Avram için geçerliydi. [Tanrı önce Nimrod ve müttefiklerinin Kutsal Topraklar’daki beş kralı mağlup etmesine izin verdi.] Avram daha sonra Nimrod’u yenilgiye uğrattı ve Nimrod’un takipçilerini öldürdü ve sahip olduğu her şeyi mülkiyetine aldı. Böylece tüm bu toprakların efendisi oldu.

NOTLAR:

23. Yafeh Toar, sayfa 293.

24. Bahya. [Açıklamalar Eliezer’in sayısal değerinin 318 olduğunu belirtir.]

25. Ramban.

26. Bereşit Rabba 43; [Yeşaya 41:2’den. Bu ayetteki tzedek kelimesi aynı zamanda Jüpiter’in İbranice karşılığıdır.

27. Yafeh Toar.

28. [Avot]

29. Taanit.

30. Yafeh Toar, sayfa 254.

31. Hulin, Bölüm 6.

32. Yafeh Toar, sayfa 248.

33. Tanhuma.